Ana içeriğe atla

Hayatıma Dokunan İnsanları Seviyorum

Ön yargılı olmak… Herkesin çoğu zaman yaptığı bir şeydir bu. İnsanları -dış görünüşleriyle, konuşmalarıyla, eğitim düzeyiyle, oturdukları evle- aklınıza gelebilecek her şeyle yargılarız bazen. Onların hayatlarını, yaşadıkları dünyaları bilmeden yaptığımız bu davranış bu düşününce ne kadar da kötü. Ben bugün bir kez daha anladım ön yargılı olmamamız gerektiğini.

Ablamlardan  eve gitmek için yola çıktım. Ablamla vedalaştık falan metroya binmek için yürüyorum. İstasyona ulaşıyorum nihayet ve merdivenlerden bir hışımla çıkmaya çalışıyorum. Önümden çıkan insanlar yol vermedikleri için bende ağır adımlarla çıkmak zorunda kalıyorum. Tam da yukarı çıkmışken metro kapılarını kapatıp hareket etmeye başlamıştı bile. Kızıyorum. İçimden sanki biraz daha hızlı çıksalardı ne olurdu diye düşünüyorum. İstasyonun sonuna doğru yürümeye başlıyorum. Akşam saatleri, güneş etkisini yavaş yavaş kaybetme telaşında. Hafif bir esinti var. İşte bu saatler çok güzel. Oradaki banka oturuyorum. İçimden yine hayıflanıyorum keşke yetişebilseydim diye.

Karşılaştığım, konuştuğum, tanıştığım... Kısacası bana yararı veya zararı olan her şeyin benim hayatıma bir katkısı olduğunu düşünürüm.

Biraz -beş dakika- bekledikten sonra metro geldi. Sanki o kadar çok beklemiştim ki içimden sonunda diye sevinç çığlıkları yükseldi. Kapılar açıldı insanlar indikten sonra bizde bekleyenler kısmı olarak içeri girdik. Metro biraz serindi. Baktım arkada boş bir koltuk vardı. Yürüdüm, oturdum. Baktım ki herkes telefonuyla uğraşmakta, dünya-larını-yı kurtarma çabasında belki de. Bende onlara katıldım. Birkaç durak geçti. Git gide boşalıyordu metro. Yan tarafıma bir kadın oturdu. Metronun gittiği yönün tersine doğru oturmuştuk biz. Karşımda bir adam ve yanında da bir kadın vardı. Adam indi ve yanımdaki kadın söylenerek adamın indiği yere oturdu. Yüzü solgun ve yorgun görünüyordu. Türkçesi biraz şiveliydi. Siyah mantosu ve başörtüsü vardı. Yanındaki kadına doğru hastaneden geliyorum kocam yoğun bakımda diyor bende kulak misafiri oluyorum.

Kocası kalp krizi geçirmiş. On beş saniye nefes alamamış. 55 yaşındaymış. Doktorlar durumunu iyi görmüyormuş. Geçmiş olsun diyiveriyorum bende. Biranda sohbetin içine girmiş oluyorum ‘geçmiş olsun’ la. Kadın kırk beş yaşındaymış kendisinin ilk, kocasının ikinci evliliğiymiş. Çocukları olmamış ama kocasının ilk eşinden çocukları varmış. Olsun onlarda benim çocuklarım gibi çok seviyorum diyor. Annesini dokuz yaşında kaybetmiş. Üçüncü sınıfa gidiyormuş annesi öldüğünde ve okulu bırakmak zorunda kalmış. Şiveli ama çok doğru bir Türkçesi vardı. Bana dönüp birden sen napıyorsun çalışıyor musun dedi. Hayır teyze ben okuyorum dedim. ‘Oku kızım oku okumakta fayda var. Ben okuyamadım keşke okuyabilseydim bir sürü şehir değiştirmek zorunda kaldım ama gittiğim bütün yerlerde şehir kütüphanelerine üyeyimdir. Çok okuyorum. Okumayan insan kendini ifade edemez ezilip kalır insanların dediklerine kolay inanır çünkü bilmiyordur doğruyu. Koyun gibi nereye sürersen oraya giderler’ dedi. Ben çok şaşırdım görüntüsü bana hiç bu izlenimi vermemişti. Bir baktım ineceğim durağa gelmek üzereydim. Evet teyze dedim çok doğru söylüyorsun. İyi akşamlar dedim ineceğim ben ‘hayırlı akşamlar yavrum annene selam söyle’ dedi. İndim metrodan. Çok şaşırmıştım. İşte o an tekrar ön yargılı olmamam gerektiğini anladım.

Belki de bana bir işaretti işte bu. Metroyu kaçırmam, o koltuğa oturmam, karşıma o kadının gelmesi hepsi işte. O an dedim ki HAYATIMA DOKUNAN İNSANLARI SEVİYORUM.

Geçenlerde bir dergide okumuştum ‘’ İnsanlar dibini göremedikleri her şeyi derin sanırlar. Belki de asıl derinlik kolay anlaşılır olmaktır? ’’ Hayat yeteri kadar zorken kolay anlaşılır olalım sevgili okur. Belki o zaman her şeyin sığ olduğunu görürüz.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

İlk Satırlar...

Öncelikle merhabalar, İlk yazımda kendimden bahsetmem gerektiğine inandığım için bunları yazıyorum. Okumak veya okumamak tamamen sana kalmış.Kimden ne okuduğunu neler okuyacağını bilmen gerek sonuçta. Bu pencere sabit bir yapıya ait değil. Bu yüzden her an her şeyle karşılaşabilirsin.Tamamen kişisel satırlarım. Şimdiden söyleyeyim yazdıklarımda hata yaparsam, sürç-i lisan edersem affola. Bu arada Seda ben, sadece Seda..

Hayatlarımızın İncisi Anneler

İlk olarak anneler gününü kutlamamıza neden olan kahramandan bahsedelim. Bu günle ilgili birçok rivayet varmış ama bunlardan en çok konuşulanı sanırım buymuş. Bu fikir mayısın ikinci haftası annesini kaybeden Anna Jarvis sayesinde hayata geçmiştir. Annesiyle yaşamasına rağmen o öldükten sonra ona gerekli ilgi ve sevgiyi gösteremediğine inanıyormuş. Ölümünden iki yıl sonra ölüm yıl dönümü için arkadaşlarını çağırmış. Bu fikrini arkadaşlarıyla paylaşmış ve arkadaşları arasında da fikir kabul görülmüştür. İlk anneler günü 10 Mayıs 1908'de bir kilisede, 407 çocuk ve anne ile kutlanmış. Jarvis her anne ve çocuğa annesinin en sevdiği çiçek olan karanfillerden vermiş. O günden sonra Amerika'da beyaz karanfil anneler gününün sembolü olarak kabul görmüş. Annemiz, dünyada sahip olduğumuz en değerli varlığımızdır. Annelerimiz bizi her koşulda seven koruyan, mutluluğumuz için her şeylerini feda etmeye hazır, zor zamanlarımızda hep destekleyen hep bizimle olan hep arkamızda duran hep